AN
Bazen farketmiyoruz. Kimi, neyi gerçekten önemsememiz gerektiğini
unutuyoruz. Önceliklerimizi gözardı ediyoruz. Yanlışlarımızla yüzyüze kalıyoruz.
Bazen farketmiyoruz; aslında ne kadar yüce olabildiğimizi. Aslında ne kadar nadir
olduğumuzu takmıyoruz ve bir diğerine özeniyoruz. Böylece hatalar önümüze
diziliveriyor.
Bazen farketmiyoruz. Kendimizi ele veriyoruz. Başkalarının uğruna kendimizi hiçe
sayabiliyoruz. Sonuç olarak hoşgeldiniz yıkımlar.
Bazen farketmiyoruz, sahip olduğumuz ufacık bir anın bile ne kadar değerli
olduğunu. Çok farklı kombinasyonlardan meydana gelmiş, rutin olarak adlandırdığımız
hayatımızın gerçekte olasılıkla bir eşi daha olmadığını bilmiyormuşuz gibi
davranıyoruz.
Bazen farketmiyoruz. Herşeyi karşıdan bekliyoruz -bizim birşeyler yapmamız
gereken yerlerde. Belki biraz daha erken davransaydık olmuş olabilecekleri
düşünmek bile acı verir hale geliyor haklı olarak. Ama artık çok geç, öyle değil mi?
Bazen farketmiyoruz, herşeyin başka şeylerle ilintili olabileceğini ve yaptığımız
hataların, yaşadıklarımızın, bizi mutlu olabileceğimiz yerlere
getirebileceğini. Saplanıp kalıyoruz anlık kararlarımızda, ve genelde de umutsuzca
savruluyoruz kendi tercihlerimizin rüzgarında.
Bazen farketmiyoruz diyorum ama; öyle anlar oluyor ki , hayatın tüm
değerleri, inandığımız veya inanmadığımız, bildiğimiz ya da bilmediğimiz her ne varsa
gözlerimize sokuluyor. Kayboluyoruz onların berraklığında ve o zamanlarda
kavrıyoruz gerçeklik dediğimiz şeyi.
Çok farklı; ama bir o kadar da görünmez olduğumuzu dank ediyoruz.
Her anımızı sarhoş geçirmiş olmadığımız ne malum? Belki de o bir an boyunca
ayılıyoruz. Kendimizle yüzleştiğimizi kabullenemeyecek kadar kafası kıyak
takılıyoruz.
Sonra ne mi oluyor?
O andan bir sonraki an,herşey yine belirginliğini kaybediyor.Başa dönüyoruz.
The Forest