22 Ocak, 2013

Identification vol.1


IDENTIFICATION
We have many movies, songs, poems that we identify ourselves with. We internalise so many objects or ideas so much that we think that the creators are like us, or we could also have created all these stuff ourselves.

 Here are some of my identifications:

Yann Tiersen - La Chute





The Hours 
Meryl Streep, Julian Moore, Nicole Kidman




"the best things in life are free" - chibird- tumblr

21 Ocak, 2013

Inspiration vol.2

Need some inspiration?

Every single piece of art and/or ideas are based on inspirations; words, visuals, sounds etc. provided to global culture by some other people. No "new" thing is completely original.
So, one should not be ashamed of being inspired by some other kind of work.

My inspirations have, I guess, no limits.

                                                  Melody Gardot - Love Me Like a River Does





Yann Tiersen - Rue Des Cascades





Two Lovers (One of my charcoal drawings)


Semester Break

Semester Break!

We have waited so long for this break. We deserved it.
 Now, it's time to enjoy it.



Let us read, and let let us dance. These two amusements will never do any harm to the world.
- Voltaire


Zero 7 - Swing



Beach House - Myth



Inspiration vol.1

Highly influencial, deeply inspirational. 
Here comes other moods, quite sensational.

Parov Stelar- Milla's Dream



Fink - Trouble's What You're In



13 Ocak, 2013

Depeche Mode - Enjoy The Silence


Depeche Mode- Enjoy The Silence

80's

Being a child of 90's.. Yeah, we have our parents, who grew up in the era of 70's and 80's--which is considered to be one of the best eras in terms of music. We all know about the cult songs of the time. Even if we don't know their actual names, we know how they exactly sound. I personally would love to live in the 80's period, when music was better,  compared to today's popular music. Here comes a few sounds that a child, whose parents sang along those songs, should know for sure. 
A-ha - Take On Me





11 Ocak, 2013

An


AN

Bazen farketmiyoruz. Kimi, neyi gerçekten önemsememiz gerektiğini
unutuyoruz. Önceliklerimizi gözardı ediyoruz. Yanlışlarımızla yüzyüze kalıyoruz.

Bazen farketmiyoruz; aslında ne kadar yüce olabildiğimizi. Aslında ne kadar nadir
olduğumuzu takmıyoruz ve bir diğerine özeniyoruz. Böylece hatalar önümüze
diziliveriyor.

Bazen farketmiyoruz. Kendimizi ele veriyoruz. Başkalarının uğruna kendimizi hiçe
sayabiliyoruz. Sonuç olarak hoşgeldiniz yıkımlar.

Bazen farketmiyoruz, sahip olduğumuz ufacık bir anın bile ne kadar değerli
olduğunu. Çok farklı kombinasyonlardan meydana gelmiş, rutin olarak adlandırdığımız
hayatımızın gerçekte olasılıkla bir eşi daha olmadığını bilmiyormuşuz gibi
davranıyoruz.

Bazen farketmiyoruz. Herşeyi karşıdan bekliyoruz -bizim birşeyler yapmamız
gereken yerlerde. Belki biraz daha erken davransaydık olmuş olabilecekleri
düşünmek bile acı verir hale geliyor haklı olarak. Ama artık çok geç, öyle değil mi?

Bazen farketmiyoruz, herşeyin başka şeylerle ilintili olabileceğini ve yaptığımız
hataların, yaşadıklarımızın, bizi mutlu olabileceğimiz yerlere
getirebileceğini. Saplanıp kalıyoruz anlık kararlarımızda, ve genelde de umutsuzca
savruluyoruz kendi tercihlerimizin rüzgarında.

Bazen farketmiyoruz diyorum ama; öyle anlar oluyor ki , hayatın tüm
değerleri, inandığımız veya inanmadığımız, bildiğimiz ya da bilmediğimiz her ne varsa
gözlerimize sokuluyor. Kayboluyoruz onların berraklığında ve o zamanlarda
kavrıyoruz gerçeklik dediğimiz şeyi.
Çok farklı; ama bir o kadar da görünmez olduğumuzu dank ediyoruz.
Her anımızı sarhoş geçirmiş olmadığımız ne malum? Belki de o bir an boyunca
ayılıyoruz. Kendimizle yüzleştiğimizi kabullenemeyecek kadar kafası kıyak
takılıyoruz.

Sonra ne mi oluyor?
O andan bir sonraki an,herşey yine belirginliğini kaybediyor.Başa dönüyoruz.




                                                                      The Forest